http://www.bolununsesi.com/icerik/kose.asp?yid=24&id=4353
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/71273/2/2/turkiyenin-en-iyi-10-yaz-oteli
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2013/06/23/guzel-seyler
http://bizimkahve.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=20396#
http://www.sabah.com.tr/Pazar/2012/07/29/asude-assos
www.gez-ye-ic.blogspot.com/2011/08/calidus-hotel-assos.html
http://haber.gazetevatan.com/Haber/395194/1/Gundem
Calidus Otel. Küçükkuyu Assos arasında zeytinlikler içinde bir cennet.
Haşmet Babaoğlu
|
Otel Calidus: Assos’ta Zeytin Ağaçlarının Gölgesinde Bir Otel Her köşesine ayrı ayrı hayran olduğum Kuzey Ege’nin zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş yollarından kıvrıla kıvrıla Assos’a gidiyoruz bu sefer. Tüm endişem Calidus’un resepsiyonuna girmeden yok olup gitti. Kapısından girer girmez zevk sahibi birilerinin burayı daha da güzelleştirmek için elini taşın altına koyduğunu anlayabiliyorsunuz. Otoparktan resepsiyona giden yolda şehrin dertlerini geride bırakmanız için ilk tetikleyiciniz olan dekorasyonu görüyorsunuz, altında küçük bir notla; “Her derdi içinize atarsanız ayağa kalkamazsınız…” Odamızın anahtarını almak için resepsiyona girdiğimizde, içerideki kütüphaneden kendine kitap seçen insanlarla karşılaştık. Küçük bir sohbetin ardından odamıza geçtik. Otelin 20 dönüm arazisinde yer alan 30 odadan birisiydi bizimki. Gelmeden önce deniz manzaralı bir odada kalma hevesimizle yolu tüketmiştik ancak içeri girdiğimizde otelin üzerine kurulduğu arazideki hiçbir ağaca daha iyi bir manzara hevesiyle dokunulmadığını öğrendik. Balkonumuzun içine kadar dalları uzanan zeytin ağacımızla -tam da bugünlerde- daha mutlu olamazdık. Ağustos ayının sıcağında kendimizi denize atma hevesiyle odadan çıktığımızda bizi maviliğin ortasına uzanan bir iskele ve herkese fazlaca yetecek kadar çok şezlong, salıncak ve hamak karşıladı. Gönlümüze göre birini seçip buz gibi suya bıraktık kendimizi. İskelenin sol tarafından denize girip sakince kumsala doğru yüzdüğünüzde içinde bulunduğunuz koyun en güzel noktasında olduğunuzu anlayabiliyorsunuz. 200 metrelik sahil şeridinde otel misafirlerinden başkası bulunmuyor, yanıbaşınızda denize en yakın noktasında olan Kaz Dağları’yla ve sadece kuş sesleriyle yüzebiliyorsunuz. Sizi denizden taş fırından taze taze çıkan pizzanın kokusu çağırıyor. Burada kaldığımız günler boyunca yemeye doyamadığımız lezzetlerin bir parçası hep taş fırının başındaki ustanın yetenekli ellerindendi. Beş çayında sipariş ettiğimiz kekler ise gerçekten ev lezzetindeydi. Otelin geniş bir alanda konumlanmış olmasının faydasını dinlenme anlarınızda daha çok hissediyorsunuz, bahçenin istediğiniz kısmında rahat bir köşe bulma şansınız hep var. Böylesi bir büyüklüğün hiçbir noktasında ise zevkten ödün verilmemiş. Sol yanınızda 1800’lerden kalan bir değirmen taşının aydınlatıldığını, barın sizi güneşten koruyan kısmının eski evlerin kapılarından yapıldığını, Anadolu’nun dört bir yanından toplanmış eşyaların arasında olduğunuzu hep hissediyorsunuz.
Benim denizde en sevdiğim saatler güneşin batmaya yaklaştığı herkesin akşama hazırlanmak için odalarına geçtiği zamanlardır. Calidus’ta o saatlerde deniz kenarında akşam yemeği için masalar hazırlanmaya başlanıyor. Akşam yemeği için öğlen saatlerinde et-balık-tavuk üçlüsünden o günün menüsüne uygun olarak tercihiniz soruluyor. Akşam masanıza geçtiğinizde sizi taze zeytinyağlılar, salata, ara sıcak, ana yemek ve tatlı bekliyor. Bu noktada beni en çok mutlu eden benzer otellerde yaşanan artık yemek sorununun misafirleri de memnun edecek şekilde çözülmüş olması. Hiçbir öğünde açık büfe yok, her yemek size özel ve sizin için. Otelin sahipleri Celal Bey ve Rıfat Bey de eşleriyle tüm misafirleri görebilecek şekilde masalarına kuruluyorlar. Akşam boyunca Rıfat Bey’in özel merakı ile gramofondan ve taş plaktan şarkılar çalınıyor. Otel sahipleri masaları tek tek ziyaret ederek sohbet ediyor, masalarından kalkan misafirler sahile ya da bahçedeki salıncaklara geçerek yıldızları izliyorlar.
Bizim tecrübemizde her akşam kızıl rengini denize düşüren enfes dolunaylar vardı, saatler gece yarısını gösterdiğinde ise kayıp giden yıldızlara dileklerimizi yetiştirmeye çalışıyorduk. Son günümüzde bir grup yunusun yolculuğuna şahit olduk, gerçekten büyüleyiciydi.
Bizim Calidus maceramız biraz doğanın göz kırpmasıyla, denizin güzelliğiyle ama en çok otelin özenli düşünülmüş her bir köşesiyle çok keyifli oldu. İlkbahardan sonbahara gönül rahatlığıyla gidilebilecek bu otele uğrarsanız, odalarda kullanıma sunulan zeytinyağlı sabunlardan yanınıza da almayı ve Rıfat Bey’in dünya güzeli köpeği Korsan’a da bir öpücük kondurmayı unutmayın. Sevgiyle kalın. theMagger - MERVE DİRİM https://www.themagger.com/otel-calidus-assos/
|
BU YAZIN EN ŞAHANE KEŞFİ: CALIDUS
Nur Çintay
|
AİLE OLMAK
Sizlere, daha önce defalarca söylendiği gibi," Yaşama Sevincini Yeniden Bulacağınız Adres ", demeyecegim..“Turizm Sektörünün Yüzakı Bir İsletme”, diye anlatmaya da niyetim yok. “Ölmeden önce. görülmesi ve yaşanması gereken yerlerden biri” diye de başlamayacak bu yazı. “Cennetten bir köşe”… Ya da “Küçükkuyu ile Assos arasında zeytinlikler içinde bir cennet“ diyerek de devam etmek istemiyorum bu yazıya...Bunları ve benzerlerini hotelin internet sitesindeki yorumlarda okuyabilirsiniz bol bol...
Ben, bunların yerine, “aile”nin bir “parçası” olmaktan bahsedeceğim…
Evet. “Hotel”in adı “Calidus”. Bizim gibi “bu da ne demek? Kaz Dağları’nın mittolojik adı “Ida” gibi yine Latince farklı bir anlamı mı var?”,diye düşünürseniz; Calidus’un Latince bir kelime olduğunu ve “sıcak” anlamına geldğini bulmanız/öğrenmeniz fazla vakit almayacaktır.
“Nemsiz”, “kuru” ve nispeten “serin” Kuzey Ege kıyılarının; Assos’un, en “ sıcak” yerlerinden biri gerçekten de burası. Buradaki ilginin; yakınlığın içinizi ısıttığını hissetmeniz; “Calidus Ailesi”ni farketmeniz ve o aile “fertlerinden” biri haline geldiğinizi idrak etmeniz neredeyse birbiriyle aynı zamanda oluveriyor.
30 odalı küçük bir otelde “aileden” olmak kaçınılmaz diye düşünebillirsiniz. Ancak, 20 dönümlük bir arazidesiniz ve etrafınızda 600 tane harika zeytin ağacı ve adeta birer “doğal klima” olan Fıstık Çamı var. Yani, tatilinizi yayılıp geçirebiliir; ve çok az kişiyle karşılaşabiirsiniz. Kaldı ki, buraya çocuklar da alınmıyor.,
Yani, etraf olabildiğince patırtısız, gürültüsüz, yaygarasız; sakin. Daha doğrusu çocuk sesleri olmayınca, onlara seslenen ya da bağıran anne-babaların sesleri de yok. İşte, huzur böyle kurulmuş.
Arazi geniş ve kişi az olduğundan kimse kimseyi rahatsız etmeden, gün boyunca kendine uygun bir alanda denize girip huzurlu vakit geçirebiliyor.
Ve deniz… Odanızdan çıkıp 1-2 dakika içinde denizdesiniz. İster 250 metre uzunluğundaki özel kumsalından, ister iskelesinden girin; pırıl pırıl, akvaryum gibi bir deniz ve yaşlılarla engellilerinın denize rahatlıkla girip çıkabilecekleri, denizin içine ilerleyen bir platform…
Yemyeşil ve bakımlı bahçenin her yerine serpiştirilmiş bir sürü “obje”…Bunlar Anadolu'nun farklı yerlerinden toplanmış birerr sanat harikası gibi. Hepsinin yaşanmışlıkları var ve hepsi de tam yerini bulmuş. Hiçbiri sakil, çıkıntı ya da iğreti dumuyor. Bazen bir heykel haline getirilmiş bir viyolensel, bazen Hotel’in barına çatı yapılmış; numaraları ve hatta adresleri hala üzerlerinde duran eski, ahşap ev kapıları. Bazen de heykeltraşlığını “tanrı”nın yaptığı; “zaman”la oluşan ağaç gövdeleri… Düşünülerek ve hissedilerek o kadar çok ince detay kullanlmş ki hepsinin bir ruuhu var.
Bu objeler içinde kuşkusuz en çok dikkat çekense, hem Hotel’in girişine hem de sahile konuşlandırılmış, içi taş dolu ve adeta yere secdeye varırcasına eğilen bir insan vücudu. Bunun yanına Türkçe ve İngilizce olarak şu yazı konulmuş: ”Her derdi içinize atarsanız, ayağa kalkamazsınız.”.
Bütün bunları görüp farkettiğinizde aslında çoktan “o sıcak Calidus Ailesi”nin bir ferdi olduğunuzu hissediyorsunuz. Örneğin, olması imkansız ama, siz de Hotel’le ilgili yolunda gitmeyen bir detay farkederseniz bunu çalışanlarla ya da bizzat Hotel’in sahiperiyle paylaşabilirsiniz.
Dedik ya, artık bu ailenin bir ferdisiniz ...
Vee işte ebeveynleriniz”….Yani, anne ve babanız…
Rıfat (Turhan) Bey ve Gülsen (Turhan) Hanım. Rıfat Bey’in kitabını görünce anlıyorsunuz. Kitabın adı: “Az Söz, Çok Öz”. Kitabın önsözünde Cemal Öztürk’ün yazdığı bir söz, herşeyi anlatıyor aslnda: “Göremezsen Detayı Yaparsın Hatayı”. Bu özdeyiş Rıfat Bey’in önemli bulduğu ve bu kitaba aldığı pekçok “tamamlanmamış sözden” biri… Kitabın sayfalarıını çevirdikçe aslında Rıfat Bey’in kitabının herbir sayfasında belirttiği gibi yaşadığını anlıyorsunuz. ”Bir İnsanın Yoksa Meziyeti, Kötü Olur İstikbal Vaziyeti.”, diyen bu adamı habire birşeyle ya da bir yerle uğraşırken görebilirsiniz. Orada Rıfat Beyi izlerken, ağabeyi Celal Bey’le de tanışacaksınız. Ve onun eşi Nezaket Hanm’la…
Eeee dedik ya… Artık ailedensiniz...
Celal Bey'in mesela, ağaçların dibindeki kurumuş dalları bizzat topladığını göreceksiniz. Rıfat Bey'in, daima dikkatli bir şekilde her ayrıntıyla ilgilenmesine şaşiracaksınız.
Hele ki Rıfat Bey, içinden gelip de bağlamasını çalmaya başlayınca şaşkınlığınız daha da artacak. O, önce, “Yemen Türküsü”nü çalıyor.. Ve az daha sonra şaşkınlığınız iyice artacak. Çünkü, bağlamayı son derece ustalıkla çalan Rıfat Bey, tok ve gür bir sesle türküyü de söylüyor.
Orada, güleç yüzü ve zerafetiyle eşi Gülsen Hanım lafa karışıyor: “Biliyormusunuz Rıfat, TRT’nin sınavını birincilikle kazandı. Ama, bu işe devam etmedi”. Evet, Rıfat Turhan, bağlama çalması ve türkü söylemesiyle komple bir sanatçı. Zaten, iki tane de albüm sahibi: “Ağaç Gizli Büyüdü”ve “Aşık Oldum Kayboldum”...
Bu albümlerde kendi besteleri de var. “Yemen Türküsü”nden sonra, sözü ve müziği kendisine ait olan bir türküyü söylemeye başlıyor; albümlerinden birine adını veren türkü: “ Aşık Oldum Kayboldum”…
Bundan sonraki şarkıda birkez daha şaşırıyoruz. Bu bir Azeri Balası; “Dedi ki Yoh Yoh!”... Şaşırıyoruz, çünkü bu şarkının bir bölümünü de eşi Gülsen Hanım söylüyor. Hem de müthiş bir sesle. Bu bala’yı karşılıklı söylüyorlar…
Bu ikili sabah kahvaltılarında ve akşam yemeklerinde de biraradalar. Rıfat Bey yine, sanatkarlık ve müzisyenlik becerilerini birleştiiriyor. Yemek müzikleri kendisinin 1500 plağı geçen kolleksiyonundan seçme. En az 40 yıllık LP'leri çalan pikabının başına geçiyor, kâh Münir Nureddin, kâh Müzeyyen Senar, Zeki Müren çalıyor; kâh 1940'ların Rembet'leri, Latin Amerika tangoları... Bir de manyetolu gramofonu var, borulu olandan. 78'lik plaklar için. Hep, geçmiş zaman nostaljisi kulaklarda. Bu nostaljik şarkılara, cırcır böcekleri eşlik ediyor burada. Gece saat 10'dan sonra müzik de yok. Sadece denizin sesi var.
Özenle hazırlanmış sabah kahvaltılarını zeytin ağaçlarının altında, hafif bir meditasyon müziği, cırcır böceklerinin ve kuş seslerinin adeta terapi yapar gibi müziğe eşlik eden sesleri arasında yerken, akşam yemeklerini deniz kenarında, yıldızların altında tatmak..
Akşama doğru yemek masalarının yerinin, hava durumuna göre değiştiğini göreceksiniz. Değişmeyen tekşey masaları muhakkak dolaşan ve adeta bu toplu meditasyona kaıtılıp size “merhaba” diyen ailenin evcil, sevgi dolu ve sevimli köpekleri Korsan ve Lucy…
Bu arada siz de sürekli hareket halinde, hep çalışkan, hep kibar genç personelin, masaları deniz kıyısından ağaçların altına, ağaç altından deniz kenarına ha bire taşıdığına şahit olacaksınız.
Bu genç kadro içinde, GaziAntepli Mehmet’e ve onun yeğeni İbrahim’e yakın igiilerinden dolayı teşekkür etmemiz lazım.
Ayrıca özel bir teşekkür de Resepsiyon Görevlisi Seren Fidangül Hanım’a… Mithat Bereket |